12 Ocak 2016 Salı günü İstanbul’un sabahın erken saatlerinden itibaren hareketlenmeye başlayan trafiğine takılmamak için yıllardır olduğu gibi yine erkenden kalkıp o gün Topkapı Sarayı, Ayasofya ve Avrupalılarca Mavi Cami olarak bilinen Sultanahmet Camilerinin bulunduğu İstanbul’un Tarihi Yarımadası’nı gezdireceği turist grubunu alacağı otele doğru yola koyulmuştu Sibel.
Almanca dilinde profesyonel turist rehberiydi, hayatını Türkiye’yi ziyaret eden yabancı turistlere programlarına göre bir günden 10 hatta 15 güne kadar uzayabilen sürelerde refakat ederek kazanıyordu yıllardır.
Ülkemizde devlet tarafından yeterince ciddiye alınmadığını düşündüğü ve genel anlamda çok basit bir iş gibi tanımlanan mesleğinden defalarca bıkmış, hatta yine defalarca bırakıyorum artık bu işi dediyse de vatanına, milletine ve atalarına karşı duyduğu sevgi, minnet ve sorumluluk duyguları onu hep devam etmeye zorlamıştı.
Sadece görevinin ana hatlarıyla sınırlı kalmayan işinde neler yapmamıştı ki devleti ve milleti için.
Devlet adına hesap veriyordu yıllardır;
Gezdirdiği bütün Avrupalılar konuyu bir şekilde Güneydoğu sorunları, Ermeni meselesi, Kıbrıs sorunu ve daha hiç beklemediği konulara getirip sürekli Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’ni yargılıyorlardı. Mesela, Sinan’ın sanatını tartışmayı istemiş ama genelde devletin avukatlığını yapmak zorunda kalmıştı çoğu zaman.
Millet adına hesap veriyordu yıllardır;
Türk Milleti hakkında Batı Dünyası’nda oluşmuş olan imaj ve önyargılar en çok karşılaştığı konulardan biriydi ve kolay değildi Türklerin Arap ve barbar olmadıklarını anlatmak.
Bu tartışmalar genelde kendi mesleki anlatımlarının ardından turistler ile birlikte oturdukları çay sohbetleri ve yemeklerde oluyordu. Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milleti’nin sanık sandalyesine oturtulduğu davalar hiç bitmiyordu ama artık usta bir avukat olmuştu, devletini ve milletini savunduğu her davayı kazanmıştı bugüne kadar.
Bugünkü programına Sultanahmet Meydanı’nda bizim dikilitaş olarak adlandırdığımız Obelisk’in yanından başlayacaktı. Dünya’da Eski Mısır Medeniyeti’nin hakimiyet alanları dışında sadece 5 ülkede Mısır Obelisk’leri vardı. Türkiye, Fransa, İtalya İngiltere ve ABD’de. Bakıldığında bunlar geçmişte Dünya’ya hükmetmiş olan, imparatorluklar kurmuş olan 4 ülke ve bugün Dünya’ya hükmeden ABD.
Sultanahmet Meydanı’nda bulunan Obelisk kendisinde hep değişik duygular uyandırıyordu. Roma İmparatorluğu’nun son dönemlerinde İmparator Theodosius tarafından getirilmişti İstanbul’a, sanki emanet esas sahibine devredilmeye hazırlanıyormuş gibi.
Mısır Firavunu 3. Tutmoses tarafından yaptırılmıştı bu Obelisk. 3.Tutmoses’in ilginç bir hayatı olmuştu. Babası o tahta geçemeyecek yaşta ölünce Mısır Tahtı’na halası Hatshepsut çıkmış ve onu yıllarca kenara itmişti. Bir gün hak ettiği tahtı halası Hatshepsut’un elinden geri alan Tutmoses tarihe en savaşçı firavun olarak geçmişti.
Bu hikayenin üzerinden 3000 yıldan fazla zaman geçtikten sonra 18 Kasım 1997 yılında 3.Tutmoses’in halası Hatshepsut’un Luxor’da yaptırdığı yine kendi adını taşıyan tapınakta radikal İslamcı bir grubun saldırısında çoğunluğu Avrupalı olmak üzere 62 turist hayatını kaybetmişti.
Obelisk’in yakınında grubunu karşısına almış ve anlatmaya başlamadan önce her zamanki gibi yine aklından bu hikayeler geçerken, sessizliğin içinden metalik bir klik sesi duydu, kafasını çevirip baktığında bir adamla göz göze geldi. O günkü anlatımı belki de tek bir kelimeden meydana gelecekti.
Kaçın! Diye bağırdı Almanca… Yaklaşık 6 saniye sonra intihar bombacısı üzerindeki bombaları patlatmıştı…
Sibel’in kaçın uyarısıyla kendi grubu ve yakındaki diğer ziyaretçiler amaçsızca da olsa kaçışmaya başlamışlar ve büyük çoğunluğu, yapılan intihar saldırısından yara almadan veya yaralanarak kurtulmayı başarmıştı.
Saldırıda 10 kişi hayatını kaybetmişti ama Sibel gösterdiği refleks ile belki de en iyi eğitilmiş anti terör uzmanlarını bile geride bırakarak sadece 6 saniye içinde onlarca insanın hayatını kurtarmıştı.
***
Sibel, o gün orda bulunan sivil polislerin gözlerinden kaçanı yakalayarak bu kez de devletin gözü olmuştu.
YORUMLAR